top of page
Yazarın fotoğrafıdrmahmutsansal

Günümüzde Tıp Etiğinin Uygulanma Zorluklarına İlişkin Görüşler

Güncelleme tarihi: 26 May

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi

Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı



Aklımın karıştığı yerde,

gerçeğin güneşi doğar.


21. yüzyılda etik ve alanların toplumsal ve mesleki alanlardan soyutlanması, bunun kimi zaman bilinçli kimi zaman bilinçsiz bir şekilde gerçekleştirilmesi sonucunda genel bir çerçevede yaşamın anlamına ve değerine ilişkin kaygılar artmaya başlamıştır.

Yaşamın doğal akışı içinde insanın düşünce ve eylem dünyasında izlemesi gereken yol; felsefe, ardından gelen bilgi teorisi, etik ve ahlâk şeklinde belirlenebilir. Ahlâk, her zaman için son noktadır ve insanın eylemi ile değerlendirilmesi süreci bunun sonucunda gerçekleşir. Eylem oluştuktan sonra, tekrar o eylemi oluşturan düşünceyi değiştirebilme şansı olmakla birlikte, yapılmış eylemin niteliği, yapılmış olanın doğru ya da yanlış olup olmadığını ortaya koyar. Etik ve ahlâki düzlemde yaşanan sapmalar ve zedelenmeler sonucunda bir insan düşünce ürünü olan hukuk devreye girer. Esasında hukukun temel görevi, etik ve ahlâki düzlemde yaşanan zedelenmelerin onarılmasını sağlamak ve toplumsal düzenin uyum içinde olmasına yardımcı olmaktır. Hukuk, bu görevini anayasa, yönerge/yönetmelik ve kanunlar çerçevesinde gerçekleştirerek, maddi ve manevi cezai yaptırımlar uygular. İnsana yakışan, kendi iç mahkemesi olan vicdanının emirlerine uymak, yanlış bir şey yaptığında manevi yaptırımın etkisi ile doğruyu bulmak, sağduyulu davranmak ve hukuki sonuçlar oluşmasına izin vermemektir.

Etik ve ahlâki bir yaşam değerli ve güzel olandır. Önce etik ve ahlâk gerekli ve yeteri kadar hukuk anlamlı olan bir yaklaşımdır.

Sosyal ve kültürel yozlaşmalar artmaya devam ediyor. Belki de eskinin, geleneklerin ve doğru öğretilerin üzeri örtülmek isteniyor. Olup bitenleri görüp de, ahlâk kalmamış artık diye hayıflananların söylemek istedikleri nedir? Çünkü duruma yanlış bir pencereden bakılıyor. Ahlâkın tükenmesi diye bir şeyin söz konusu olamayacağını bilmeliyiz. Burada asıl tükenen “insan olma” yolundaki çabalardır. İlkeler, değerler, etik, ahlâk diye bilinen ve yaşamı anlamlı kılan öğeler hiçliğin içinde kaybolmaz. Belki yok sayılmaya çalışılır, ancak birey vicdanında bu duygular tamamen ortadan kalkmaz. Bunu hiçbir irade gerçekleştirilemez. İşin daha da gerçeği, en bozulmuş bir sistemde bile düzelmeye dönüş isteği ve arzusu vardır.

Etik ve ahlâkın ortaya çıkış sürecinde felsefenin* önemli bir etkisi vardır. Aslında felsefe, bu iki bilimsel alanın temelini oluşturan bir disiplindir.

İnsan, düşünürken, akıl yürütürken kafasını kurcala-yan sorulara cevaplar bulmak istemiş, bu sayede bilgiye uzanan yolda felsefenin anlamlı varlığı ile karşılaşmıştır.

Magee’ye göre, felsefe bir sorgulama şeklinde gerçekleşerek yaşamın her yönüne ilişkin kavramların aydınlatılmasına çalışır (1). Platon’a göre ise; Merak bir filozofun en düşkün olduğu şeydir. Çünkü felsefenin bundan başka bir başlangıcı yoktur.

İyi bir hayat sürmenin, adalet ve mutluluk gibi kavramların gerçekte ne anlama geldiği ve bunlara nasıl ulaşabileceğimiz; nasıl davranmamız gerektiğinin araştırılması felsefenin etik dalının temellerini oluşturur ve söz konusu bu dal, estetik kavramının içeriğinde yer alan güzellik ve sanat öğelerini de kapsar (2).

Felsefe ile ilgilenen filozoflar gelişigüzel ve kontrolsüz bir biçimde ilerlemezler. Filozoflar asla, “Sana katılmak içimden gelmiyor, bu yüzden sana katılmayacağım ve sen de bunu değiştiremezsin. İşte, bu kadar!” demezler. Felsefe; disiplinli, anlaşılır ve mantıklı olmak, göz önünde bulundurmak, bir sorun hakkında derin bir biçimde düşünmek, eleştirmek ve dikkatlice yargılamak demektir. Burada geçen “eleştirmek” olumsuz bir kelime değildir. Eleştirmek, bir şeyleri tartıp mantıklı bir sonuca ulaşmak anlamındadır (3).

Etik, bir bilgi topluluğu ve ilkeler dizisi şeklinde tanımlanabilir. Antik dönemlerden beri zihinleri meşgul eden etik kavramının, bugün daha net tanımlarla ifade edilmesi konusunda pek çok akademisyenin önerileri vardır.

Etimolojik olarak etik, Yunanca karakter, alışkanlık, gelenek anlamına gelen ethos sözcüğünden köken almaktadır. Ethos, ilk kez Aristoteles tarafından uygun bulunarak kullanılmış bir terimdir. Türkçede ise etik yerine sıklıkla ahlâk kelimesi eş anlamlı olarak benimsenmiştir (4, 5).

Genel olarak, etik teori belirli bir etik karar verme sürecini sağlamayı hedeflemektedir. Bu süreçte tutarlılık ve bütünlük içinde olunması önemlidir. Etik teori bize farklı sorunlarda tutarlı bir yol gösterilmesinde yardımcı olmayı amaç edinir. Aslında temelde organize edilmek istenen; bilgiler, değerler ve görüşler doğrultusunda “Ne yapmalıyım?” sorusuna cevap bulmaktır (6).

Biraz daha geniş bir açıdan bakarsak, etik iki önemli soruya yönelmiş bir kavramdır:

“Doğru ve yanlış olarak kabul edilebilen nedir?”

“Niçin insanlar doğruyu yapmalı ve yanlışı yapmamalıdır? (7).”

Bu iki sorunun cevabının felsefi temellere dayandırılması gerekir. Çünkü etik, aynı zamanda felsefenin bir parçasıdır.

Etik, değer ve ikilem kavramlarıyla ilişkilendirilir. İkilem, ahlâki açıdan eşit kabul edilen iki veya daha fazla durumun uygulanması sırasında karşımıza çıkabilen zor bir problem şeklinde nitelendirilir ve bunun tatmin edici bir çözümü olmadığı düşünülür. Değer kavramı ise, kişiyi benzersiz kılan bir özellik olarak algılanmalıdır. Değerler, kişisel ya da toplumun bir bölümünün idealleri, inanışları ve gelenekleriyle bağlantılı yapılardır (8).

Burada değindiğimiz kavramlar, herkesin farklı özelliklerine istinaden neyin iyi ve faydalı olduğunu belirlemesine yardımcı olan unsurlardır (9).

Etik ve ahlâkın kesin bir tanımını yapmak çok da kolay değildir. Pek çok kişi kendi algılayış tarzına göre bunu açıklamaya çalışmaktadır.

Kısaca etik; doğru ve yanlış davranış teorisidir. Etik, bir kişinin belli bir durumda ifade etmek istediği değerlerle ilgilidir.

Ahlâk ise, etikten farklı bir anlama karşılık gelmek-tedir. Ahlâk, Arapça’da huy, mizaç, karakter anlamına gelen hulk sözcüğünden türetilmiştir. Batı dillerinde, örneğin İngilizce’de ve Almanca’da ahlâk kavramını ifade etmek için morality-moral kelimeleri kullanılmaktadır. Bunlar Latince’deki mos kelimesinden ortaya çıkmıştır. Ahlâk, etik diye belirtilen doğru ve yanlış davranış teorisinin pratik yaşamdaki uygulaması olarak nitelendirilebilir (10-11)

Ahlâk, etikten farklı olarak belli bir düşüncenin eyleme dönüşmüş şeklinden bahseder.


Bazı filozoflara göre; etik, ahlâkın felsefi düzlemde incelenmesidir. İki farklı soru daha kafamızı kurcalayabilir:

Ahlâk nedir?

Ahlâk bir fikir midir, yoksa bir kurum mudur?

Bazıları ahlâkın bir his olduğunu ya da bir davranış türü olduğunu söyleyebilir. Elbette ahlâk, bunların tümü birden olamaz (12).

Genellikle etiğin uygulamaya yönelik “Burada ve şimdi ne yapmalıyım?” gibi ahlâki soruları daha geniş, şematik ya da kuramsal bir bakış açısından incelemek üzere, bunları sormanın ötesine geçmesi bakımından ahlâktan farklı olduğu düşünülür. Ve bu, etik ile ahlâki birbirinden ayırmanın bir yoludur. Ricoeur ise etik amaç ile ahlâki kural arasında bir ayrım yapar. Etik amaç, Aristocu düşünceye dayanır ve burada etik, “iyi yaşam”ı hedefleme olarak tanımlanır; ahlâki norm ise Kantçı tutuculuk üzerine kuruludur ve bunda ahlâk, kurala uyma zorunluluğunu temsil eder. Ricoeur’un savı şudur:

İnsan ahlâk sahibi olmak için önce etik sahibi olmadır. Etik amaç kuralın eleğinden geçmelidir ve her ne zaman kural uygulamada çıkmaza girerse, amaca başvurmak kabul edilebilir bir yoldur (13).

Günümüzde bazı insanlar etiğin gündem dışı bir konu olduğunu, getirdiği hoş olmayan, tutucu yasaklamalarla insanların neşeli olmalarının önünde bir engel teşkil ettiğini iddia ederler. Yine bazı insanlar gerçek dünyada etiğin uygulanabilir olamayacağını belirtirler (14).

Oysa böyle değerlendirmemek gerekir. Çünkü etik, yaşamı kısıtlayan bir olgu değil, üzerinde düşünül-mesi gereken bir temadır.


Felsefenin bir disiplini olan etik, kendisini ahlâki eylemin bilimi olarak anlar. Ahlâkilik kavramını temellendirmek üzere insan pratiğini, mevcut ahlâkilik koşulları açısından araştırır. Etik üzerinde düşünmek, sadece ahlâk filozoflarının ya da etik uzmanlarının tekelinde değildir. Her insan az ya da çok etik üzerine düşünür; gelgelelim bu kişi etiğe sistematik olarak yaklaşıp bir kuram oluşturmaz; çünkü bu türden etik kaygı ve düşünceler çoğu zaman belli bir durumla, belli bir çelişkiyle bağlantılı olarak gündeme gelir; çelişkiler çözülür çözülmez de etik sorun ortadan kalkar. Piaget’e göre, bir davranışı ahlâki olarak nitelendirmek için, içeriğinin dışarıdan bakıldığında genel kabul gören kurallara uygun düşmesi yetmez. Ayrıca kişinin bilincinin ahlâkiliğe, özerk bir iyiliğe ulaşmaya çalışması ve bizzat önerilen kuralların değerini yargılayabilme konumunda olması gerekir (15).

Etik ve ahlâkın dışında bir de deontoloji diye tabir edilen başka bir terim daha vardır. Yeri gelmişken buna da değinmek yararlı olacaktır.

Deontoloji, etimolojik açıdan Yunanca deon (görev, ödev) ve logos (bilim) kelimelerinden türetilmiş olup, bir mesleği uygulayanların üzerine düşen ödev ve yükümlülüklerinin neler olduğunu bilmelerini sağlayan, uyulması gereken etik ilkeleri ve ahlâki değerleri inceleyen bir bilim dalıdır (16). Bu alanın deontolojik (görev-merkezli) etik şeklinde nitelendirilen bölümü Immanuel Kant (1724-1804) tarafın-dan tanımlanmış; toplumsal ve mesleki görevlerin yerine getirilmesinin önemine işaret edilmek istenmiştir (17).

Etik, ahlâk ve deontolojinin haricinde günümüzde sıklıkla kullanılan bir başka terim de biyoetik’tir. Biyoetik terimi 1970’lerin başlarında biyologlar tarafından ortaya atılmış ve Prof. Dr. Van Rensselaer Potter’ın 1971 yılında yazdığı “Bioethics: Bridge to the Future” isimli kitabında kapsamlı olarak ele alınmıştır. Terminolojik açıdan biyoetik, geniş bir alandır ve özellikle sağlık bakımında, biomedikal bilimlerde ortaya çıkan etik konularla/sorunlarla ilgilenmektedir (18).

Özellikle tıpta yeni bilimsel teknolojilerin gelişmesiyle biyoteknolojik tıp ve etik diye bilinen bir kavramın daha ortaya çıktığını görüyoruz. Bu konunun kayıt edilmiş olan en temel beş sorunu insanları klinik araştırmalardan koruma, uygun maliyet, gizlilik, kök hücre çalışmaları, biyoterörizm başlıkları altında incelenmektedir. Medikal teknoloji nedeniyle gelecekte mali, ahlâki ve sosyal sorunların artmasından endişe duyulmaktadır (19).

Etik ve ahlâk öncel ve birincil değerler sistemini içinde barındımaktadır. Etik ve ahlâk zedelendiği veya belirgin özellikleri bozulmaya başladığı anda yeni bir sistemin, yani hukukun ortaya çıktığını görüyoruz.

Günlük yaşamda kullandığımız hukuk sözcüğü Arapça kökenlidir. Özellikle eski metinlerde, tıpkı kaynağı Arapçadaki gibi “Hak” sözcüğünün çoğulu olarak, yani “Haklar” anlamında kullanılmaktadır. Kısa bir tanım yapmak gerekirse; uyulmadığı takdirde, devletin sağlama bağladığı bir katlanmaya (yani yaptırıma) uğranılan, toplumsal yaşamı düzenleyici kurallara “hukuk kuralları” ve bunların tümüne de “hukuk” denir (20).

Hukukun başladığı yerde örflerin kontrol gücünün toplum düzenini sağlayama yetmediği anlaşılır. Hukuk kuralları bir bakıma devlet gücüyle korunması istenen ahlâk kurallarından ibarettir. Bu noktada karşımıza çıkan yapılanmış kurum devlettir. Devlet hukukun sahibidir, yani hukuk kurallarının yaptırım gücü devletin elindedir. Devlet sadece hukukun koruyucusu olarak kalmaz, aynı zamanda hukuki düzenlemeleri de gerçekleştirir. Ahlâki yapının korunmasının sağlayan ise öncelikle vicdandır. Ahlâki vicdanın oluşmadığı toplumlarda hiçbir devlet ne kadar güçlü olursa olsun, hukuk düzenini ayakta tutamaz (21).

Anlaşılacağı üzere etik, ahlâk ile hukuk birbirini tamamlayan ve bir arada olması gereken alanlar şeklinde değerlendirilir. Buradaki temel soru; sosyal ve mesleki faaliyetlerde öncelik sıralaması açısından bunlardan hangisinin yer alacağına ilişkindir.

Buna göre önceliği daima etik ilkelere vermeli, ancak bunların suiistimal edilebileceği endişesiyle, hukuk kuralları da gözden uzak tutulmamalıdır.


Ahlâk ne işe yarar? Bu soru sıklıkla karşımıza çıkan bir problemi ifade eder ve yanıtı bireysel ve toplumsal olmak üzere iki farklı şekilde verilebilir. Bunlardan birincisinin anlatımıyla ahlâk bireysel özgürlüğü mümkün kılar. Tam anlamıyla insan olabilmek için özgür bir iradeye sahip olmak lazımdır. Sadece ahlâki öznelerin, yani doğruyu yanlıştan ayırma yetisine sahip olanların özgür iradeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Diğer varlıkların hedeflerini tümüyle içgüdüleri, arzuları ve korkuları belirler. Oysa insanın en önemli özelliklerinden birisi özgür iradesinin mümkün kıldığı amaçsal aklını kullanarak, arzularının kölesi olmaktan kurtulabilmesidir. Yoksa tek hedefi acıdan kaçmak ve zevk almak olan hayvanlardan bir farkımız kalmaz; gelip geçici arzuların peşinde, oradan oraya sürükleniriz. İnsanlık onuru, kendi koyduğumuz ahlâk yasalarına uyabilme, yani ahlâki bir özne olabilme yetisinden gelir. İkincisi, ahlâkın toplumsal etkileriyle ilgilidir. Öldürmek, çalmak, yalan söylemek kötüdür, çünkü kişinin kendi çıkarını sağlamak için ötekine araç olarak davranmasını içerir. Yani, ahlâk hem bireysel hem de toplumsal olarak “doğa yasalarının” ve doğal belirlenmişliklerin ötesine geçmeyi sağlar; bireyin kendi yarattığı (ama keyfi olarak değil) ahlâk ilkeleri bireysel özgürlüğün temelidir (22).

Yeri gelmişken etik ve ahlâk arasındaki iletişimi ortaya koyan bazı tespitlere burada değinmek istiyoruz:

1. Ahlâk, bireysel veya toplumsal planda fiilen yaşanan bir fenomen iken, etik, bu fenomen üstüne kapsamlı bir felsefi düşünmenin gerçekleştirildiği alandır. Bu anlamıyla etiğe “ahlâk felsefesi” de denebilir. Ahlâk felsefesi olarak etik, praksis alanına ait bir fenomen şeklinde ahlâkı ve tekil ahlâklar çokluğunu teorik bir inceleme ve eleştiri konusu kılan felsefe disiplinidir.

2. Ahlâk üstüne bir düşünme etkinliği olarak etik, tek tek ahlâklar, ahlâk öğretileri üstüne bir düşünme etkinliği olmaktan çok, bunlarda geçen “iyi”,”kötü”,”mutluluk”,”yarar”,”haz”,”irade”,”erdem”,”ödev”,”değer”,”sorumluluk”,”özgürlük”,”adalet”,”eşitlik”,”yükümlülük”,”gereklilik gibi kavramların anlamlarını en genel düzeyde çözümleme görevini üstlenmiş olan felsefe disiplinidir. Bu görünümüyle etiğe, özellikle 20.yüzyıl Anglosakson felsefesinde ayrıca “meta-etik” adının da verildiğini görüyoruz. Buna göre, etiğin (meta-etiğin) görevi, herhangi bir ahlâk geliştirmek ahlâklar çokluğuna bir yenisini eklemek, insanlara bu yeni ahlâka uyulmasını öğütlemek değildir; tersine o, yansız ve nesnel bir tutumla bir ahlâk yargıları mantığı, bir ahlâk dili çözümlemesi olmak ister.

3. Belli bir ahlâk anlayışının savunusu, ahlâk alanına girer, Buna karşılık, bir savunu konusu kılınmak-sızın, ahlâklar hakkında yansız ve nesnel bir düşünme şekli geliştirmek, ahlâkları özellikleriyle betimlemek, etiğin başlıca görevlerindendir. Bu yönüyle etiğe “betimleyici etik” denebilir.

4. Etik, ahlâksal yargılar vermez; bu yargılarda ne söylemek istediğini analiz eder. Bu yönüyle etik, bir “ahlâk yargıları mantığı” olarak da karşımıza çıkar.

5. Ahlâk kural koruyucu, normatiftir; etik ise eleştireldir. Bu yönüyle, aynı zamanda “eleştirel etik” adını da alır (23).

Ahlâk kurumu pek çok unsur içerir. Kısaca bunlar:

a) Yargı biçimleri,

b) Bu yargılar için nedenler göstermenin uygun ve mümkün olduğu önermesi,

c) Çeşitli kurallar, ilkeler, idealler ve erdemler,

d) Doğal ya da edinilmiş hissetme yolları,

e) Belli yaptırımlar,

f) Bakış açısı.

Değindiğimiz bu kavramlar belli ahlâki sorunların nitelendirilmesinde ve çözümünde yardımı olabilecek noktalara işaret eder (24).

Yani bu sayede; bir ahlâki soruna yargı biçimlerimize, bu yargımıza uygun bir nedene, bu nedenleri oluşturan kural, ilke, ideal ve erdemlere, belli yaptırımlar çerçevesinde belli bakış açıları geliştire-rek yaklaşırız. Böylece sorunun özüne inmek ve içeriğini kavramak mümkün olabilir.

Bu konuda bir örnek vermek gerekirse;

Cinayet kötüdür. Bu durum hakkında ne söylenebilir? Cinayeti kötü kılan şey, bunun ahlâki açıdan yanlış olmasından kaynaklanır. O halde ahlâki gerçekçilik açısından cinayeti doğru kabul edemeyiz. Aynı şekilde öznelcilik bakış açısıyla cinayetin benimsenen bir yönü yoktur. Bu nedenle duygusal açıdan cinayeti kınayan bir yaklaşım içine girmek olasıdır. Bunun sonrasında ise, kuralcılık gereği bu konuda bir yasaklama ve bir talimat önermesi oluşturarak hiç kimse cinayet işlememelidir diyebiliriz.

Etik, her zaman ahlâki sorulara ve sorunlara doğru cevaplar göstermez. Ancak en azından akıl ve düşünme yöntemi ile bir cevabın bulunması için destekleyici rol üstlenir. Bunun nedeni ilgili sorunlara ilişkin herkesin farklı yaklaşım biçimine sahip olmasıdır. Bu nedenle kimi zaman tek bir doğru cevabın bulunması güçtür. Belki de birçok cevabın içinden en doğru olanını bulmak daha önemlidir. Çünkü etik, doğru ve yanlışın kaynağını ortaya koymak için vardır.

Etik açısından değer, özne-nesne ilişkisinin özel bir yanını temsil eder; bu ilişkide nesnelerin, olayların, süreçlerin, belli başlı niteliklerin insan hayatındaki yerleri ve önemleri dile gelir. Genelde toplumsal hayatta değer sorunu iki biçimde karşımıza çıkar:

a) Belli başlı maddi ve manevi ürünlerin değeri, toplumsal ilişkilerin, olayların değeri, estetik değer, kişinin ahlâki ve öteki niteliklerinin değeri

b) İdeallerin, idollerin, insan ilkelerinin değeri (25).

Değerlerin kaybı ve yitirilmesi beraberinde çok tehlikeli sonuçları doğurur. Mesleki, sosyal ve bireysel değer kayıpları etik açmazların ve ahlâki sıkıntıların temel kaynağıdır.

Etik ve ahlâk konularını ele alırken etik ikilem diye ifade edilen bir durumla karşılaşmak mümkündür. Etik ikilem, bir kişinin neyin doğru neyin yanlış olacağı konusunda net bir karar verememesi, çelişki yaşaması ve her iki seçenek arasında sonuca ulaşma konusunda güçlük çekmesidir. Etik ikilemin çözümün-de karar verme ve seçim yapma yeteneğinin doğru yönlendirilmiş olması ve mevcut ikilemin tanımının doğru yapılmış olması lazımdır (26).

Etik ikilemlerin çözümü bazı soruların sorulmasıyla daha pratik ve uygulanabilir bir hale gelebilir. Bu sorular:

Meydana gelen durumun kime yararı olacak veya kime zararı olacak?

Bu durumun uzun vadedeki sonuçları nelerdir?

Yapacağınız şey kime yardımcı olacak? şeklindedir. Bu sorulara verilecek yanıtlar sorunun analizinin doğru ve gerçekçi şekilde yapılmasını sağlar (27).

Etik sorunun çözülmesinde çok farklı metotlar olmasına karşın, genel anlamda belli temel basamakların uygulanması sayesinde kısa bir açıklama yapmak mümkün olabilmektedir. Buna göre, bir etik sorunun çözülmesinde;

• Bunun etik bir sorun mu yoksa ikilem mi olduğunu belirlemek

• Bununla ilgili temel değerleri ve ilkeleri tanımlamak

• Bu sorun veya ikilemle ilgili kendi mesleki karar verme çabanızla değerleri ve etik ilkeleri bir sıra haline getirmek

• İkilemin merkezinde yer alan etik önceliklerle uyumlu bir eylem planı oluşturmak

• En uygun becerilerinizi ve yeterliliklerinizi kullanarak planı uygulamak

• Etik karar alma sürecinin sonucuna yansıtmak (en uygun durumu belirlemek) (28).

Tıpta pek çok zorlu etik sorunlarla yüzleşiyoruz. Bunların ele alınması ve çözümü ise tıp felsefesi boyutuyla ele alınmalı ve etik bir sistematik içinde çözülmelidir. Bu sorunlar ve ikilemlerden bazıları gizlilik, mahremiyet/onur, ötanazi, kürtaj, beyin ölümü, organ transplantasyonu şeklindeki başlıklar altında toplanabilir. Bunlara ait sorunlar değer yargıları, ilkeler, kurallar ve yasalar göz önüne alınarak ele alınabilir. Bu durum gerçekler ve değerler arasında dinamik bir ilişki kurulmasıdır. Kısaca özetlersek; mevcut bir olguyu ve etik alanını görünür hale getirmek , bunu analiz etmek, olası etik anlamları vurgulamak tıpta etik sorunun çözümünde yardımcı unsurlardır (29).

Sosyal ve mesleki alanlarda etik ve ahlâki ölçütlerin benimsenmesi ve uygulanması, ahlâki sıkıntıların giderilmesi ve zor kararların kolaylaştırılması, belli ölçülerde empati yapmanın benimsenmesi, mesleki tükenmişlikten korunma ve insanlık dışı yaklaşımlardan uzak durulması akıl ve vicdanın ağır bastığı tavır ve tutumlar sayesinde mümkün olabilir. Bu nedenle temel etik düşünce unsurunu ve ahlâki eylem sistemini koruyan bir sistemin geliştirilmeli ve önerilmelidir.

Etik ve ahlâk konusunu ele alırken farklı bakış açılarının yanında doğru bir düşünce ve tespit içinde de olmak gerekmektedir. Günümüz yaşam koşullarında önceliğin etik’ten ziyade hukuk’a tanınması aslında ters yüz olmuş bir sistemi ifade etmektedir. Bunun farkına varmak zorundayız.

Ayn Rand’ın (1905-1982) bir konferasında değindiği gibi; “Eğer yaşamaya devam etmek istiyorsanız, şimdi ihtiyacınız olan şey ahlâklı olmaya geri dönüş değil, ahlâklı olmayı keşfetmektir.” Yine Rand’ın tanımlamasıyla; etik ne bir mistik fantezidir ne bir sosyal uzlaşmadır ne de herhangi bir acil durumda değiştirilecek veya vazgeçilecek sübjektif bir lükstür. Etik, insan bekâsının nesnel, metafizik gereksinimidir (30).

Buradan da anlaşılacağı üzere; bilineni ve var olanı hatırlamak yerine onu yeniden bileşenleri ile ortaya koyacak bir yaklaşım içinde bulunmak en mantıklı ve en yapıcı bir seçimdir.

Etik değerler; özeni, içe bakışı gerçekleştirmeyi, doğrunun tanımını kuvvetlendirmeyi, objektif değerlendirme yapmayı destekler. Ahlâki davranışlar ve yaklaşımlar ise eylemin iyi olan boyutunu kuvvetlendirir. Her iki unsurun da insan yaşamından soyutlanmaması, dışarıda tutulmaması gerekmektedir. Bu sayede insanı insan yapacak formülün ortaya çıkışı daha da hızlanacaktır.

Tıpta etik ve ahlâki sorgulamanın yapılabilmesi için bu alanda hizmet verenlerin iyi mesleki uygulamaları gerçekleştirebilecek düzeyde olması ön koşuldur. Bunun sağlanması, tıbbın mesleksel ve sanatsal öğelerinin bozulmasına engel olur.

Yaklaşık 2500 yıl kadar önce Hippokrates (M.Ö. 460-370) “Hekimler Üstüne” isimli çalışmasında iyi hekim tarifine yarayacak ipuçlarına yer vermiştir: “İnsanların kendi bedenlerine bakmayı bilmeyenlerin başkalarına bakamayacaklarını düşünmek nedeniyle,hekimler için iyi bir görünüme sahip olmak ve beslenmek önemlidir. Hekimler nasıl konuşmaları ve ne zaman susmaları gerektiğini, düzenli bir hayat yaşamaları gerektiğini bilmelidir. Çünkü bu özellikler hekimin ününü artırır. Bütün insanlara karşı dürüst, kibar ve anlayışlı olmalıdırlar. Düşünmeden ve ani hareket etmemelidirler. Soğukkanlı, sakin görünmeli ve asla öfkeye yenik düşmemelidirler.”

Eski yüzyıllardaki tıp eğitimi metotlarından usta-çırak yönteminin özü, tıptaki gelenekselliği ve hiyerarşiyi korumak içindi. Bu sayede tıbbın sanatsal özelliğinin devamını sağlamak ve yeni hekimlere bunu aktarabilmek daha kolay olmaktaydı. Bugünün büyük tıp fakültelerindeki sayısı artırılmış ve artırılmaya da devam edilen tıp öğrencilerine usta-çırak ekolüne yakın bir sistemi oluşturabilmek mümkün değildir.

Artık tıp, teşhis ve tedavi açısından teknolojiyle yarışan bir sisteme dönüşmüş durumdadır. Endüstrileşmiş, teknolojisini kuvvetlendirmiş ve ekonomiyle bütünleştirilmiş bir tıp anlayışının sonunu kestirebilmek zordur. Yeni aletler, yeni ilaçlar, yeni operasyon teknikleri, yeni hastalıklar, yeni genetik çalışmalar, yeni üreme teknolojileri, tıbbı içeriden gözlemlemeden karar veren yeni tıp hukuku anlayışları yeniliklerin çoğaldığı bir tıp dünyasına işaret ederken, yitirilebilecek değerlerden bahsetmemektedir.

Tıbbın 21. yüzyıldaki konumunda karşımıza çıkan genetik çalışmalar, insan klonlama, yapay zekâ kullanımı, ötanazi, kürtaj, IVF yöntemleri ve yapay üreme yöntemlerinde cinsiyet seçimi sorunu, kiralık anne tartışmaları (surrogate mother), klinik çalışmalarda gönüllülük sorunları ve incinebilir grupların konumu gibi pek çok sorun karşısında tıbbın etik ve ahlâki reflekslerinin alacağı pozisyonları incelemek ve üzerinde düşünmek durumundayız. Şurasını unutmamalıyız ki, sadece yemin metinleri veya Hippokratik yemin anlayışıyla tıbbın ilke ve değerler bütünün korumak zorlaşmıştır. Belki de tıbbın sanatsal öğeleri artık yerini sadece mesleksel öğelere bırakmaya başlamış ve “tıp sanatı” olarak ifade edilen kavram “tıp mesleği” şekline dönüşmüştür. Bir çıkış yolunun bulunmasının gerekliliği ortadadır. Aksi takdirde insanlık tarihi kadar eski bir alanın varlığını yitirmeyle karşı karşıya kalma olasılığı bulunmaktadır.

Bu konuşmada, tıpta öncelik etik ve ahlâkın mı, yoksa hukukun mu şeklinde gelişen bir ikilemin ve etiğin klinik tıp uygulamasına girmesine ilişkin zorluklara farklı örnekler üzerinden değinerek bunların çözüm sürecini inceleyeceğiz.



KAYNAKLAR

1. Magee B, Felsefenin Öyküsü, (Çev. B. Sina Şener), (3. Baskı), Dost Kitabevi, Ankara 2007; s. 6.

2. Felsefe Kitabı, (Çev. E. Lakşe), Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 2011; s. 12, 14.

3. Johnston D., Felsefenin Kısa Tarihi, (Çev. B. Yalçınkaya), İnkilâp Kitapevi, İstanbul 2006, s.11.

4. Cevizci A, Etiğe Giriş, ParadigmaYayınları, İstanbul 2002; s. 3.

5. Robertson WGA, Medical Conduct and Practice a Guide to the Ethics of Medicine, BiblioBazaar, LLC, 2009; s. 1-2.

6. Shannon TA, Bioethics (Fourth Edition), Paulist Press, 1993; s. 3.

7. Samuel V, Practical Ethics, Oxford University Press, 2007; s. 7.

8. Hendrick J, Law and Ethics, Nelson Thornes; 2004; s. 2.

9. Barsky AE, Ethics and Values in Social Work, Oxford University Pres; 2010, s. 3.

10. Billington R, Felsefeyi Yaşamak (Çev. A. Yılmaz), Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1997; 45-46.

11. Seyyar A, Ahlâk Terimleri, Beta Basım, İstanbul 2003, s. 10.

12. Feldman F., Etik Nedir? (Çev. F.B. Aydar), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2012, s. 11-14.

13. Haynes F., Eğitimde Etik, (Çev. S.K. Akbaş), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2002, s. 19-20.

14. Singer P., Practical Ethics (Second Edition), Cambridge University Press, 1993, s.1-2.

15. Pieper A., Etiğe Giriş, (Çev. V. Atayman, G. Sezer), Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1999, s. 22-24.

16. Aydın E, Tıp Etiği, Güneş Kitabevi, Ankara 2006; s. 3-4.

17. Knapp SJ., Vandecreek LD., Psikologlar İçin Pratik Etik, (Çev. M. Yılmaz, TF. Karahan, SB Çelik, ME. Çelik), Mentis Yayıncılık, Ankara 2010, s. 16-17.

18. Kuhse H, Singer P, A Companion to Bioethics, Blackwell Publishing, 2001, s. 3.

19. Silverman E., The 5 Most Pressing Ethical Issues in Biotech Medicine, Biotechnol Healthc 2004, Dec; 1(6), s. 41-46.

20. Umar B, Hukuk Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Döner Sermaye İşletmesi Yayınları No: 79, İzmir 1997, s. 12.

21. Güngör E, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, Ötüken Yayınları, İstanbul 2000; s. 157-158.

22. Silier Y., Oburluk Çağı (Felsefe ve Politik-Psikoloji Denemeleri), 2. Basım, Yordam Kitap, İstanbul 2011, s. 59-60.

23. Özlem D., Etik-Ahlâk Felsefesi, Notos Kitap, İstanbul 2014, s. 178-179.

24. Frankena W., Etik, (Çev. A. Aydın), İmge Kitabevi, Ankara 2007, s. 28.

25. Atayman V., Etik, Don Kişot Yayınları, İstanbul 2005, s. 67.

26. Framing the Ethical Problem http://www.pearsonhighered.com/assets/hip/us/hip_us_pearsonhighered/samplechapter/0205922457.pdf (Son erişim tarihi: 09.07.2015)

27. Thomas I. White-Resolving an Ethical Dilemma http://bourbon.usc.edu/engr102-f09/ethics.pdf (Son erişim tarihi: 13.07.2015).

28. Essential Steps for Ethical Problem- Solving http://courses.cs.vt.edu/professionalism/Ethics/steps.html (Son erişim tarihi: 24.03.2017)

29. Maeda Y., A Method to Solve Ethical Dilemmas in Medicine, Journal of Philosophy and Ethics in Health Care and Medicine, No:6, August 2012, s. 9-28.

30. Rand A., Bencilliğin Erdemi, (Çev. N. Kandemir), Plato Film Yayınları, İstanbul 2010, s. 11, 27.

*

Ek kaynaklar: Üstün Ç, Değişim Bizde Başlar, Dora Basım-Yayın, Bursa 2021, ISBN 978-605-247299-6; Üstün Ç., Doğrusunu İsterseniz, Filiz Kitabevi, İstanbul 2022, ISBN 978-975-368-727-0

0 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Felsefe ve İyileşmek Üzerine

Dr. Anıl Aydın Yaşadığımız tüm olumsuzluklar bir hastalık ya da sendrom olmak zorunda değildir. Anlam arayışımız, sorgulamalarımız, hayat...

Türkiye’de ve Dünyada Homeopati

Homeopat Dr Gamze Arpacı Homeopati’ye Göre Hastalık Hastalık, bedendeki uyumun bozulması, yani o zamana dek olan dengede olan bir düzenin...

Comments


bottom of page